HOME
exhıbıton
books
project
BIO & CONTACT

REMEMBER

REMEMBER

After 10 years of idle waiting, the Paşabahçe ferry -which has been a good part of Istanbul’s collective memory during its service years- was moved to Haliç shipyard. But this move was not towards the classical ending of an old ship, Paşabahçe was about to be reborn.

Freshly saved from dismantling, the almost wrecked ferry was like a materialized manifestation of abandonment. Paşabahçe had lost its battle against the forces of nature long ago. Its metal parts on the outside were corroded, there were cracks all over its paint layers. The galvanized parts were torn, discolored, rusted, pierced or oxidized. Besides, the ferry was covered with lychen, moss and even weed on many parts.

The photographs were taken at this very stage, aiming to reveal the minimalistic beauty nesting in an industrial environment. All the cracks, the tainted surfaces and discolorations tell us that change is inevitable for anything and everything we ever know. As after the renewal we can not trace the history of the ferry anymore, we get to realize that these photographs are the sole remaining element to bind the past and the present together. They remind us that giving up is so easy and even though it is very hard to keep on loving and preserving what is already at hand, it is very well worth it.

In our minds, location and time are closely connected. The Paşabahçe ferry is playing a huge part on many people’s memories. By just taking a look to the ferry, people mentally revisit their childhood and youth days. “Remembering to remember” through a place changed by the hands of time is such a confrontation. This series of photography is a last breath on the very beginning of a revival period for Paşabahçe ferry. It is about giving up to love what we love or about remembering why we loved it in the first place.

The exhibition “Starting from the Middle,” opened by Istanbul Metropolitan Municipality (İBB), was showcased in the Istanbul Concept area at Artİstanbul Feshane.

Nihal Gündüz, 2023

 HATIRLA

İstanbul’un tarihi belleğine sahip Paşabahçe vapuru, 10 yıllık sessizce bekleyişin ardından, römorkörler yardımıyla, harap bitap durumda bildik bir sona doğru değil, yeniden doğuma doğru Haliç Tersanesine çekildi.

Söküme gitmekten henüz kurtulmuş, neredeyse enkaza dönmüş durumda olan vapurun her yerinde, terk edilmişlik sessiz bir eyleme dönüşmüştü. Paşabahçe, doğa ile savaşını çoktan kaybetmişti. Bakımsızlıktan korozyona uğrayan dış metali, çatlayan, kıvrılan boyalı yüzeyler, okside olmuş ya da renk değiştirmiş, parçalanmış, delinmiş saç kaplı bölümler, açık alanlarda ise boy veren otlar, liken ve yosun ile kaplıydı. 

Fotoğraflar tam da bu süreçte çekilerek endüstriyel alanda minimalist güzellikleri ortaya çıkartmayı hedeflemiştir. Oluşan çatlaklar, bozulan yüzeyler, renkler, bildiğimiz tanıdığınız her şeyin zamanla değişerek  yabancılaşmasını anlatır. Geçmişin izlerinin artık olmadığını düşünürsek, bu fotoğraflar geçmişle günümüzü kaynaştırmaktadır. Vazgeçmenin kolay olduğunu, sahip olunanı korumayı ve sevmeye devam etmenin ne kadar güç olsa da mümkün olduğunu hatırlatır. 

Hafızada, mekânın zamanla bağlantısı çok kuvvetlidir. Paşabahçe vapuru da çocukluğunu, gençliğini arayan insanlar için zamanın değiştirdiği mekân üzerindeki etkisi “Hatırlamayı hatırlamak” gibi bir yüzleşme ile bizleri karşı karşıya bırakmaktadır. Bu fotoğraf serisi, sevdiğimizi sevmeyi bırakma ya da neden sevdiğimizi hatırlama anı olarak vapurun yeniden hayata dönme sürecinin en başındaki son nefestir.

İBB tarafından Artİstanbul Feshane’de açılan , ” Ortadan Başlamak”  sergisinde İstanbul Concept alanında sergilenmiştir.

Nihal Gündüz, 2023

A mighty plane tree

A MIGHTY PLANE TREE

It wishes to remind those who prioritize human strength and existence over nature of the forgotten truth, by looking at the sky from within the branches of a thirteen-century-old oriental plane tree. Stretching its branches towards the sky symbolizing freedom and anchoring its roots deep into the earth symbolizing a long-lasting life, this mighty plane tree, bearing witness to the past, undoubtedly harbors numerous bitter and sweet memories within.

BİR KOCA ÇINAR

İnsan gücünü ve varlığını doğadan üstün tutanların  unuttuğu bu  gerçeği, bin üçyüz yıllık çınar ağacının içinden gökyüzüne bakarak hatırlatmak ister. Dallarını göğe doğru uzatarak özgürlüğün, köklerini ise  toprağın derinlerine salarak uzun ömürlü hayatın simgesi olan bu koca çınar geçmişe tanıklığı ile kim bilir ne çok acı tatlı anıları içinde barındırmıştır.

A mighty plane tree!

OPEN YOUR HEART

The number of people struggling with hunger increases exponentially every year. Humanity will continue to strive for greater access to sufficient food in the future. According to a United Nations report, this situation is expected to become the greatest social crisis of modern times in the coming years.

     Open Your Heart revolves around the theme of taking action for zero hunger. Three legumes represent humanity in three different situations. In the center of the photograph, a handful of white represents aid organizations, companies, individuals, and goodwill ambassadors taking action for zero hunger. The focus of this photo is on those who have opened their hearts, and the effort to increase their numbers because as these hearts multiply, the success rate in the fight against hunger and poverty will increase.

     The blacks surrounding the white symbolize indifferent individuals, while the reds in the last circle represent those struggling with hunger, weakening, and symbolizing the extinction of lives due to inadequate access to food.

  Nihal Gündüz, 2021

AÇ KALBİNİ

     Açlıkla mücadele eden kişi sayısı  her yıl katlanarak artmaktadır. İnsanoğlu gelecekte daha fazla  yeterli gıdaya ulaşma çabası içinde olacaktır. Birleşmiş Milletler raporuna göre bu durum ilerleyen yıllarda,  modern zamanların en büyük toplumsal krizi haline geleceğini belirtmektedir.

     Aç kalbini, sıfır açlık için harekete geç temasını işlemektedir. Üç bakliyat üç durumda olan insanlığı temsil etmektedir.

Fotoğrafın merkezinde bulunan bir avuç beyaz, sıfır açlık için harekete geçen yardım kuruluşları, şirketler, bireyler ve iyi niyet elçilerini temsil etmektedir.  Bu fotoğraf kalbini açmış olanları ve onların çoğalma çabasına odaklanmıştır. Çünkü bu yürekler çoğaldıkca açlıkla ve yoksullukla mücadelede başarı oranı artacaktır.

     Beyazın etrafında bulunan siyahlar duyarsız kalan insanları, son halkada bulunan kırmızlar ise  yeterli gıdaya ulaşamadığı için açlıkla boğuşan, zayıflayan ve dolaysıyla hayatların yok oluşunu simgelemektedir.

  Nihal Gündüz,2021

WILD SPIRIT

WILD SPIRIT

Nature is awaking every Spring again, getting ready slowly, with a silent and boosting excitement to flaunt its breath taking beauty. This miraculous routine keeps on along us and despite us. The wild flowers popping out  of  the cracks in the gray concrete walls of the mega cities are struggling with all inconveniencies and end up by displaying their great presence to us. While some of us see and notice their beauty, some others deny seeing the colors of nature and prefer to live in their grey world.  To the eyes that see, the wild flowers offer hope for new beginnings, in some way they symbolize being strong and keeping strong.

      Nature, that makes the wild flowers live their own miracle with the unconditioned blessing and endless affection it gives them, offers also to the human beings the opportunity to discover and renew themselves; its transformation  power makes the human spirit restore its balance, identity and unity.

       Woman; creative, nurturing, self regenerating and procreant:

Mother … Just like nature …

        The archaic communities used to think that the woman’s spirit and body  was bound to nature.  They thought that the healing and transforming power of nature represented an important factor that created the woman’s character and the woman carried all these characteristics inside her.  Some women were herbalist healers … In their hands were revealed the healing features of the wild flowers…

         Just as a plant produces its own flower, the spirit also creates its own symbol “ said Carl Gustav Jung.

          In  my photographs, instead of our clear, simple  reflections in water, I wanted to reveal the free side of our essence, to recall the nature nesting inside us, to remind of the intervention repellent, “wild” ego we possess, which drives us to take refuge in nature and to feel it deeply again.

          For you … to visualize the presence of the wild and free flower in water as the thin veil covering the bodies of the three beauties in “la Primavera” and to imagine it dancing in nature, blown by the sweet breeze of  Zephyrus….

           Dedicated to the healing power in all of us

Nihal GÜNDÜZ,

Istanbul, 2020

YABANİ RUH

Doğa, her bahar yeniden uyanıp, nefes kesen güzelliğini, sessiz bir coşkuyla, yavaş yavaş sergilemeye hazırlanır. Bu mucizevi rutin bizimle ve bize rağmen devam eder. Mega kentlerin gri beton duvarlarının çatlaklarından uzanan yabani çiçekler, tüm zorluklara karşı koyarak o muhteşem varlıklarına vücut bulur. Kimimiz bu güzellikleri görüp fark ederken, kimimiz doğanın renklerini görmeyi reddederek gri dünyamızda yaşamayı tercih ederiz. Yabani çiçekler, gören gözlere yeni başlangıçlar için umut verir, bir anlamda da güçlü olmayı ve güçlü kalmayı simgeler.

Karşılıksız sunduğu bereketi ve sonsuz şefkâtiyle yabani çiçeğe kendi mucizesini yaşatan doğa, insana da kendini keşfetme ve yenileme fırsatı sunar; dönüştürücü gücü ile insan ruhunu dengeye, ben’liğe ve bir’liğe kavuşturur.

Kadın; yaratıcı, besleyici, kendinden yenilenen ve doğurgan:

Ana… Tıpkı doğa…

Arkaik toplumlar, kadının ruh ve bedeninin doğayla bağlatıda olduğunu düşünürdü. Doğanın şifa veren ve dönüştüren gücünün kadın karakterini oluşturan önemli bir etken  olduğuna ve kadının tüm bu özellikleri içinde taşıdığına inanırdı. Bazı kadınlar şifacıydı… Yabani çiçekler de o kadınların elinde şifalı…

Carl Gustav Jung, ‘Bir bitkinin kendi çiçeğini üretmesi gibi ruh da kendi sembolünü yaratır’ der.

Fotoğraflarımda, sudaki duru, yalın yansımamızın yerine, öz’ümüzün özgür tarafını göstermek, içimizdeki doğayı anımsamak, ona sığınmak ve onu yeniden hissetmek için sahip olduğumuz o müdahalesiz, “yabani” benliğimizi hatırlatmak istedim.  

Yabani ve özgür çiçeğin suyun içindeki varlığını “La Primavera” daki üç güzellerin bedenlerini gösteren  incecik tül gibi düşünüp; Zephyrus’un üflediği tatlı rüzgarla  doğada dans edişini imgelemeniz için…

Hepimizin şifacı gücüne ithafen

Nihal GÜNDÜZ,

İstanbul, Nisan 2020

I, THE BIRD

I , THE BIRD

      Flying is a natural gift and the gift of flying has always been one of the abilities most desired by us, those who are condemned to terra firma but always long for the ninth heaven.

Maybe it is for this reason why the bird symbol has been used quite frequently as a means of metaphorical expression in many cultures and traditions.

       My birds are placed in all these photographs,  as symbols of the human soul. Looking  at my birds, you would feel as if looking in a mirror because you would see your own inner being … like „a bird trapped in your skin cage”.

        This is a story, … the story of following your own path, while trying to find the road, the journey, the comradeship, the love, the craving and most of all, trying to find being “I”.

Nihal Gündüz

BENKUŞ

Uçma isteği, arş’a özlem duyan ferş’e mahkum bizler için arzulanan özelliklerinden birisi olmuştur. Belki de bu sebeple kuş, metafor olarak bir çok kültürde ve gelenekte çokça kullanılmıştır.

Bu fotoğraflarda kuşları, insan ruhunun bir sembolü olarak yerleştiriyorum. “Ten kafesine hapsolmuş kuş” misali …

Yolu, yolculuğu, yoldaş olmayı, aşkı, özlemi, ben olmayı ararken kendi yolunda yürüme hikayesidir. 

Nihal Gündüz

ESSENCE

 ESSENCE

     I adore journeys in the sky. Getting lost high, in the clouds makes someone feel the nothingness and beingness at the same time. I do listen to myself insistently and carefully just to see deeply into my own heart .

Hello, mist! I have never opened my heart to anyone. Time had burried everything so deeply. As you surrounded me I remembered everything.

ÖZ

   Gökyüzüne yolculuklara bayılırım. Yükseklerde bulutların içinde kaybolmak, insana yokluğu ve varlığı aynı anda hissettirir. Yüreğimin en derinlerini görmek için ısrarla ve dikkatle dinliyorum kendimi. 

   Hey Sis! Ben kalbimi kimseye açmadım. Zaman hepsini derinlere gömmüş. Sen beni sarınca hepsini hatırladım.

CITY OF SEAGULLS : ISTANBUL

CITY OF SEAGULLS : İSTANBUL

      I use long exposure to get away from reality.I’m looking for perfect movements.

MARTILAR ŞEHRİ : İSTANBUL

    Gerçeklikten uzaklaşmak için uzun pozlama kullanıyorum. Mükemmel hareketler arıyorum.

SCREAM AND DOWNFALL

SCREAM AND DOWNFALL

On the basis of human-nature relationship; it should be understanding nature and accepting that we are a part of nature, not dominating nature. The photographs, in which the relationship between cause and effect are emphasized by nesting, classified under two titles.

Scream, Trees: are harmed by various natural phenomena, by the conscious and unconscious behavior of animals and humans. The wounded tree trunk is turned into a nest by many living things such as fungi, insects and bacteria. In time, the flow of nutrients between the roots and branches of the tree weakens. Physical changes occur in the tree trunk. In the photographs, the physical changes in the trunk of the trees are likened to the reflection of their unique personality and mood. The tree faces says us with a humanoid look; “I’m dying standing.”

Downfall, the tree that unable to announce the scream, breaks its bond with the earth. But the dead body (tree trunk) continues to nest to many living things. The nutrients on the tree are mixed with soil and become fertilizer. In time, it becames earth, water and air. A seed falls, becomes a tree.

 Nihal GUNDUZ

ÇIĞLIK VE DÜŞÜŞ

İnsan doğa ilişkisinin temelinde, doğaya egemen olma değil doğayı anlama ve bir parçası olduğumuzu kabul etmek olmalıdır. Sebep ve sonuç ilişkisinin içiçe geçirilerek vurgulandığı  fotoğraflar iki başlıkta yer alır.   

Çığlık, Ağaçlar: çeşitli doğa olayları, hayvanlar ve insanların bilinçli bilinçsiz.   davranışlarından dolayı zarar görür. Yara alan ağaç gövdesi, mantarlar, böcekler, bakteriler gibi birçok canlı tarafından yuva haline getirilir. Zamanla ağacın kök ve dal arasında besin akışı zayıflar. Gövdesinde fiziksel değişimler meydana gelir. Fotoğraflarda, ağaçların  gövdesindeki fiziksel değişimler,  kendine özgü kişiliği ve duygu halinin yansımasına benzetilmiştir.  Ağaç  yüzler insansı bakış ile  bizlere  der ki “Ben ayakta ölüyorum”.

Düşüş, Çığlığını duyuramayan ağacın toprakla bağı kopar. Fakat ölü gövdesi birçok canlıya yuva olmaya devam eder. Üzerindeki besin maddeleri toprağa karışarak gübreleme etkisi yapar. Zamanla toprak olur, su olur, hava olur. Bir tohum düşer ağaç olur.

 NİHAL GÜNDÜZ

KUMKAPI FISH MARKET

 KUMKAPI FISH MARKET

 

 

 

 

KUMKAPI BALIK HALİ

THE LAST RESIDENT OF TOPHANE

THE LAST RESIDENT OF TOPHANE

The world experiences great differences and changes, though brutally at times. Artist Nihal Gündüz narrates the story of Tophaneli (people of Tophane) in this great change from her own viewfinder:

 “The Last Resident of Tophane” includes portrait photographs shot by grabbing the characters I saw in the street and taking them to the studio in Tophane without even letting them mop their brow, taking them with the chair and table on which they were sitting and having their tea, at that very moment when possible or the way I had observed before.  

The greatest aim of my narration of Tophaneli portraits by separating them from their own spaces and photo-shooting in the studio is to emphasize that when the tie between the space and people is removed, there remains only that very person himself/herself and thus exhibit an approach in which only the existence of people without the concept of time and space gains significance.

The Last Resident of Tophane is a story of photograph created based on life itself. Plain expression is one of the foundations of the world of forms. It composes strong technique and impressive compositions that can easily be read by everyone. In the photographs by Gündüz, Tophaneli characters creates a strong composition with their impressive body language incorporating their penetrating look, their hands, cloths and their personal equipments…  Of course photographs have been shot by calculating every detail with the discipline of studio atmosphere, without leaving anything to chance.

TUYAP 22rd International ISTANBUL Art Fair , ARTIST 2012, İSTANBUL,

The International BURSA Photography Festival,  BURSA, TÜRKİYE, 2013,

Turkan Saylan Culture Center, İSTANBUL, TÜRKİYE, 2014

Şehir University- ISTANBUL, TÜRKİYE, 2014

SILK ROAD CULTURAL FESTIVAL in GYEONGJU, KOREA, 2015

SON TOPHANELİ

The world experiences great differences and changes, though brutally at times. Artist Nihal Gündüz narrates the story of Tophaneli (people of Tophane) in this great change from her own viewfinder:

 “The Last Resident of Tophane” includes portrait photographs shot by grabbing the characters I saw in the street and taking them to the studio in Tophane without even letting them mop their brow, taking them with the chair and table on which they were sitting and having their tea, at that very moment when possible or the way I had observed before.  

The greatest aim of my narration of Tophaneli portraits by separating them from their own spaces and photo-shooting in the studio is to emphasize that when the tie between the space and people is removed, there remains only that very person himself/herself and thus exhibit an approach in which only the existence of people without the concept of time and space gains significance.

The Last Resident of Tophane is a story of photograph created based on life itself. Plain expression is one of the foundations of the world of forms. It composes strong technique and impressive compositions that can easily be read by everyone. In the photographs by Gündüz, Tophaneli characters creates a strong composition with their impressive body language incorporating their penetrating look, their hands, cloths and their personal equipments…  Of course photographs have been shot by calculating every detail with the discipline of studio atmosphere, without leaving anything to chance.

TUYAP 22rd International ISTANBUL Art Fair , ARTIST 2012, İSTANBUL,

The International BURSA Photography Festival,  BURSA, TÜRKİYE, 2013,

Turkan Saylan Culture Center, İSTANBUL, TÜRKİYE, 2014

Şehir University- ISTANBUL, TÜRKİYE, 2014

SILK ROAD CULTURAL FESTIVAL in GYEONGJU, KOREA, 2015

FRAMES CAPTURING THE FUTURE IN THE PRESENT

FRAMES CAPTURING THE FUTURE IN THE PRESENT

Photography Exhibitions Within the Scope of the 100th Anniversary Activities of the Turkish Air Force, 2011

The photo exhibition titled “Frames Capturing the Future in the Present,” held as part of the 100th-anniversary activities of the Turkish Air Force, offers a different perspective on the Air Force by depicting all the unseen and unknown training processes, challenging work environments, and social life within the institution that contribute to the strength and success of the Air Force.The project, which includes the participation of civilian photographer Nihal Gündüz, was exhibited in cities determined in 2011.

Ankara , CERMODERN / Kayseri,  KAYSERiPARK / Diyarbakır,  2. HvKK /  Eskişehir,  ESPARK AVM/ İzmir,  ÇİĞLİ / İstanbul , CUMHURİYET ART GALLERY TAKSİM / Ankara,  KENTPARK AVM / Ankara,  ANTARES AVM / Bursa,  ATATÜRK  CONGRESS and CULTURE CENTER / Erzurum,  ERZURUM AVM

GELECEĞİ BUGÜNE ÇEKEN FOTOĞRAF KARELERİ

Türk Hava Kuvvetleri’nin 100’üncü Kurulu Yıldönümü Faaliyetleri Kapsamında Fotoğraf  Sergileri, 2011.

Hava Kuvvetlerinin gücünün ve başarısın ardındaki görünmeyen ve bilinmeyen tüm eğ­itim süreçlerini, zorlu çalışma ortamlarını ve kurum içindeki sosyal yaşamı anlatan  “Geleceği Bugüne Çeken Fotoğraf Kareleri”  başlıklı fotoğ­raf sergisi, Türk Hava Kuvvetlerine yönelik farklı bir bakış açısı  sunmaktadır. Sivil Fotoğ­raf sanatçılarından  Nihal Gündüz’ünde aralarında olduğu proje 2011’de belirlenen şehirlerde sergilenmiştir.

Ankara,  CERMODERN / Kayseri, KAYSERİPARK /Diyarbakır, 2. HvKK /Eskişehir, ESPARK AVM / İzmir, ÇİĞLİ / İstanbul, CUMHURİYET SANAT GALERİSİ TAKSİM / Ankara,  KENTPARK AVM  / Ankara, ANTARES AVM / Bursa,  ATATÜRK KONGRE ve KÜLTÜR  MERKEZİ / Erzurum, ERZURUM AVM

THE HALİÇ SHIPYARD FACES

THE HALİÇ SHIPYARD FACES

I discovered a world in the Haliç, a huge world looking different, getting stronger, creating and including lives of many people… I started taking photos of Haliç Shipyard on 23 rd July 2008. I was expecting to get impressions reflecting the working conditions of the workers and masters. My objective was to identify the daily work and life in the shipyard through series of photos of manufacturing people. I was passionate in approaching to the difficult manufacturing relationships as much as possible and taking the photos of their dirty, callous and strong hands.

I can’t forget the photograph work on the first day. On Friday, when I first came to the shipyard in the morning, I thought that I got lost in that magical area. How could I find my way in such a big area? Which building is where? Where do the masters work? How could I find them and how could I reach them? As I started to move forward in the shipyard, I remember that I had left aside the chaos I was in. I went crazy for the visual richness I saw. Wherever I turned my head, I would see a photo frame. The light was revealing the historical texture of the place as if it had deep lines. Each of the discolored areas, rusty paints and the shadow of rusty chains had different meanings. In order to ensure integrity, all I need was to identify what I saw in terms of time and vision. When I started to take portraits of working people I couldn’t achieve my goal. I didn’t even have much idea about the working conditions in the shipyard. I had made a preliminary investigation. But I couldn’t anticipate all the problems that I would encounter. Because my aspiration to take the photos of working people was obstructed by safety reasons. I wanted to perceive the environment and the working conditions as well, however, I could not approach to the welding master as required. I had to protect myself from the sparkles generating from the welding and the particles arising from the hammer strokes. I was trying not to get wet as the underside of the ship was being cleaned with water. When I walked into the puddle with my shoes, I adapted myself to the land conditions and walked in the shipyard in my plastic boots. From now on, I was completely one of them.

Getting apart from the working people portraits, I started to take care of the forms of people integrating with the place. I tried to emphasize that the people working here get smaller and disappear in that huge place. As I saw that this approach generated more different and successful results, I continued the shipyard photos with more pleasure. The details that I never gave up looking at were creating their own world.  I was experiencing my first winter season in this photograph study at the shipyard. I wanted to reveal anything that I couldn’t see or take photo. Although I had acrophobia, raising up with both of the cranes and viewing the Haliç and İstanbul was as incredible as the first time I went to the Maiden’s Tower in 1997. Then I had realized something else. The Haliç compromises the part of an integrity not only from the ground view but also from the bird’s eye view.

In 2010, I knew that I had only one deficient. Snow photos… I had expected İstanbul be covered under snow for the last two winter seasons. But it wasn’t…  On 22 nd January 2010, Saturday, I wrapped myself as it was snowing and went to the Haliç Shipyard taking every kind of measure. Everywhere was covered in white within ten minutes. The people were trying to do their business under that stormy weather. When they told me: “Are you crazy, what will you do there?”, how could I tell them that I had been looking forward to that day for two years? During the photograph shootings, I sweated with them in summer time. And I was ready to get cold with them in that snowy weather. After two broken umbrellas, going against the storm was not easy as I was walking with closed eyes. I was ready for that as well. I couldn’t give up photo shooting just like a child who can’t give up playing in snow in spite of the cold.

I think that my long term Haliç Shipyard photo shooting comprised an integrity along with these visual researches. I know that the photos I missed and I couldn’t realize would be waiting for their new owners

The fact that the Haliç shipyard is a living mysterious place in the center of İstanbul makes the photos taken valuable. It isn’t only a work place and the workers here considered the shipyard as their homes and families. The people felt sorry for working in such a place at the beginning but then they cried for leaving here.

Therefore, the memories of the shipyard workers are very valuable. You will see that all the true stories experienced in the Haliç Shipyard feature a different richness in terms of history, its texture, landscape and friendship. Would you like to listen these memories which witnessed the history as transferred from father to son, from the Haliç Shipyard workers?

Nihal Gündüz,2010

HALİÇ TERSANESİ SAKİNLERİ

Ben Haliç’te bir dünya keşfettim, içine girdikçe farklı görünmeye başlayan, baktıkça büyümeye, büyüdükçe güçlenmeye, güçlendikçe üretmeye, ürettikçe adını yücelttiği, kocaman hayatları içine alan kocaman bir dünya… Haliç Tersanesi’nin fotoğraflarını çekmeye 23 Temmuz 2008’de başladım. O günlerde tersane fotoğraflarından beklentim, orada çalışan işçi ve ustaların çalışma anlarını ve durumlarını yansıtan izlenimlerdi. Yaşayan, üreten insanlardan oluşan bir dizi fotoğraf ile tersanenin günlük çalışma ve yaşamını saptamaktı. Çalışmalarıma, onların bu zorlu üretim ilişkilerine olabildiğince yaklaşmak, işlerini yaparken; onların geride bıraktıkları parmak izlerini, kirli, nasırlı ve güçlü ellerinin fotoğraflarını çekmek benim için bir tutkuya dönüşmüştü.

İlk günün fotoğraf çalışmasını hiç unutmuyorum. Bir cuma günü, sabah saatlerinde tersaneye ilk girdiğimde, büyük, büyülü alanın içinde kaybolduğumu sandım. Bu kadar büyük bir alanda ben yolumu nasıl bulurum? Hangi bina nerededir? Ustalar nerede çalışır? Onları nasıl bulur, nasıl  ulaşabilirim? Tersane içinde ilerlemeye başlayınca içinde bulunduğum karmaşayı, şaşkınlıkla bir kenara bıraktığımı anımsıyorum. Gördüğüm sınırsız görsel zenginlik karşısında deliye dönmüştüm. Nereye baksam fotoğraf karesi görüyordum. Işık, mekanın tarihsel dokusunun üzerinde, nasıl da derinlemesine çizgileri varmışcasına yansıyor, onları ortaya çıkarıyordu. Boyaları dökülmüş alanlarda, yerlerde bile kullanılmış eskimiş renkler, paslı zincirlerin gölgeleri, her biri ayrı ayrı anlamlıydı. Bütünlüğü sağlamak için tek gerekli olan, gördüklerimi zamansal ve görsel anlamda saptayabilmekti. Çalışan insan portreleri çekmeye başladığımda, hayal ettiğim noktaya gelememiştim.  Tersanedeki çalışma koşullarını pek bilmiyordum. Bir ön araştırma yapmıştım. Ancak karşılacağım sorunları tüm boyutlarıyla öngörememiş, kavrayamamıştım. Çünkü, çalışan insanların fotoğraflarını çekme isteğim, can ve mal güvenliğime takıldı kaldı. Çevreyi ve çalışma koşullarını da algılamak istiyordum ama kaynak yapan ustaya istediğim kadar yaklaşamıyordum. Kaynak yapılırken çıkan kıvılcımlardan, saça çekiçle vurduklarında havada uçuşan parçalardan kendimi korumam gerekiyordu. Teknenin alt kısmının su ile temizliği yapıldığında ekipmanımla beraber ıslanmamaya çalışıyordum. Havuzun içinde kalan su birinkitisinin içine ayakkabılarımla batınca arazi şartlarına uyup lastik botlarla tersaneye girmeye başladım. Artık tam anlamı ile onlardan biriydim.

Çalışan insan portrelerinden uzaklaşarak, mekanın içinde, onunla bütünleşen insanların biçim ve formlarıyla  ilgilenmeye başladım. Mekanın devasa boyutuyla, içinde çalışan insanların küçülmesini hatta giderek kaybolmasını vurgulamaya çalıştım. Renklerin daha iyi ifade edilmesi için bu yaklaşımın daha farklı ve başarılı sonuçlar doğurduğunu görünce, tersane fotoğraf çekimlerine daha da keyif alarak devam ettim. Görmekten asla vazgeçmediğim ayrıntılar, burada kendi başına bir dünya yaratıyordu. Bu kadar büyük bir keyifle yaptığım fotoğraf çekimlerinde artık ilk kışa gelmiştim. Çekemediğim, göremediğim ne varsa hepsini ortaya çıkartmak istiyordum. Yükseğe çıkma korkum olmasına karşın, tersanedeki iki vinçe de çıkıp, olabildiğince yüksekten, Haliç’i, İstanbul’u  görmek, 1997’de Kızkulesi’ne gittiğim ilk gün gibi inanılmazdı. O zaman bir şeyi daha fark ettim. Haliç Tersanesi, sadece yerden değil, kuşbakışı da biçim ve formuyla çalışma bütünlüğünün bir parçasını oluşturuyordu. 

2010’a geldiğimde artık tek bir eksiğim olduğunu biliyordum. Kar fotoğrafları… Son iki kış İstanbul’un karla kaplanmasını beklemiştim. Olmadı…  Kar yağmaya  başladığı 22 Ocak 2010 Cumartesi sabahı kat kat giyinerek, çekim için her türlü önlemi alarak Haliç Tersanesinin yolunu tuttum. On dakikada her yer bembeyaz olmuştu. İnsanlar bu fırtınada dışarıda  işlerini yapmaya çalışıyorlardı. Bana, “Kızım deli misin bu havada ne işin var burada?” derken, iki kış bu anı beklediğimi nasıl anlatayım? Fotoğraf çekimleri süresince yazın sıcağında onlarla ter döktüm, koşturdum. Bu kar fırtınasında onlarla üşüyerek, titreyerek çalışmaya razıydım.  Kırılan iki şemsiyeden de olunca, fırtınaya karşı geldiğim yöne geri gitmek, gözlerimi kapatarak yürümeye çalıştığımdan pek kolay olmamıştı. Bir bilseniz… ben buna da razıydım. O günkü fotoğraf çekimimi, küçük bir çocuğun karda ıslanmayı ve üşümeyi hissetmeden mutluluk içinde kar topu oynamayı bırakamamasına benzettim.

Uzun soluklu Haliç Tersanesi fotoğraf çekimlerimin bu görsel arayışlarla artık bütünü tamamladığını düşünüyorum. Biliyorum ki, kaçırdığım, farkına varamadığım en iyi fotoğraflar herzaman orada yeni sahiplerini bekliyor olacak…

Haliç Tersanesi’nin İstanbul’un tam göbeğinde gizemini koruyan, yaşayan ve işleyen bir mekan olması, buradaki fotoğrafları değerli kıldığı kadar içindeki hayatlarada anlam katıyor. İş yeridir, akşam eve giderim mantığı burada yerini, tersane benim ailem, yerim, yurdumdur görüşüne  bırakmıştır. Niye buraya geldim derken, neden gidiyorum diyerek gözyaşı dökülmüş, adına şiirler yazılmıştır. Tersane çalışanlarının anıları bu sebepten dolayı çok değerlidir. Tarihe tanıklık eden Türk Gemi Sanayinin temelinin yeniden canlandığı nokta olan Haliç Tersanesi’nde yaşanmış hikayelerin, tarihinden, dokusuna, manzarasına, iş anlayışına, dostluğa kadar farklı bir zenginlikte olduğunu göreceksiniz. Bu hayatların, bizimle paylaştığı her an’ı, babadan oğula anlatılan acı tatlı anıları, haliç çalışanlarından dinlemeye ne dersiniz?

Nihal Gündüz

Privacy Settings
We use cookies to enhance your experience while using our website. If you are using our Services via a browser you can restrict, block or remove cookies through your web browser settings. We also use content and scripts from third parties that may use tracking technologies. You can selectively provide your consent below to allow such third party embeds. For complete information about the cookies we use, data we collect and how we process them, please check our Privacy Policy
Youtube
Consent to display content from - Youtube
Vimeo
Consent to display content from - Vimeo
Google Maps
Consent to display content from - Google